-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
The Wall Street Journal Europe  
 
 A6 EDITORIALS & OPINION 
 
 12-13 14 April  Friday-Saturday-Sunday 2002 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Dünya Hafızası Srebrenica'yı nasıl ve ne zaman terketti?
  
Srebrenica'da 45 bin Müslümanı, hayatı ve namusları kendilerine emanet edilmiş Mavi Miğferli Hollandalıların ve de Birleşmiş Milletlerin, vahşi Sırpların insafına, cinayete, katliama nasıl terkettiği ne kadar hatıralarda?
 
Günlerden 11 Temmuz 1995, sıcak bir yaz sabahı, saat 4:30. Bosnalı Sırp General Ratko Mladiç,  büyük bir zaferin tadına varmak için Srebrenica'ya askerleriyle giriyordu. Şehirdeki Müslüman halk büyük bir korku içinde Birleşmiş Milletler Barış Gücü'ndeki Hollandalı birliğin bulunduğu Potocari kampının çevresinde toplanmışlardı.
 
General, "Kimseye bir kötülük yapılmayacak, zarar verilmeyecek!" dedi. Fakat General Mladiç'in çetnikleri, Barış Gücü'nden hiç bir ciddi karşı koyma görmeksizin her türlü kötülüğü yaptılar ve Srebrenica'da tarihin en acımasız katliamını gerçekleştirdiler.
 
Fransız General Jacques Morillon 1993 yılında, çoğunluğu Sırp çetniklerden hayatlarını ve namuslarını kurtarmak için çevre ile ilişkisi kesilmiş bu bölgeye sığınmış 45 bin Müslümana, "BM sizi koruyacaktır, sizi asla terketmeyecektir!" güvencesini veriyordu.
 
Fakat BM, bu masumve günahsız Sırpların insafına, katliamına terketti. Aynı şekilde NATO, Avrupalılar ve de ABD. Bu dehşet günleri gelecek asırların hafızasında  bir rezalet  olarak yaşayacak ve anılacaktır.
 
Sırp General Mladiç'in askerleri, kadınları ve çocukları erkeklerden ayırdılar.  Yakaladıkları 7500'ün üzerinde genç ve yetişkin erkeği kurşunladılar ve çukurlara doldurdular. Çok az sayıda bir kısım halk çevre dağlara kaçarak belki bu katliamdan hayatlarını kurtardılar. Bu katliam Avrupa'da 2. Dünya Savaşı'ndan sonra görülen en vahşi ve korkunç bir katliamdı.
 
Şimdiye kadar birçok duyarlı kişi bu katliamı araştırdı. 20. asrın son basamağında böyle bir cinayet nasıl işlenmişti? Sözde güvenli bölgedeki günahsız insanları, katillerin saldırısından korumak için hiç bir ciddi girişimde bulunmayan ve katliamı sadece seyreden 400 mavi miğferlinin hükümeti Hollanda, bu katliam üzerine  geçtiğimiz Çarşamba günü çok gecikmiş ve yıllardır beklenen raporunu açıkladı.
 
Rapora göre Sırp General Mladiç ve üst rütbeli subayları çok açık şekilde önyargılı olarak Srebrenica'da kitlesel bir katliam yapmayı tasarlamışlardı. Rapor Hollanda silahlı kuvvetlerini olduğu kadar Hollanda hükümetini, daha geniş bir şekilde temel inançtan yoksunluğu ve duyarsızlığı nedeniyle daha geniş bir şekilde uluslararası kamuoyunu suçlamakta. Raporun yaptığı tesbitler, öyle yenilir yutulur, hafife alınacak gibi şeyler değil. 7000 sözcüğün yer aldığı raporda bağımsız bir kuruluş olan Hollanda Savaş Yayınları Enstitüsü, hükümeti ve silahlı kuvvetleri  eksik eğitimli bir askeri birliği, yanlış tanımlanmış, çok karmaşık ve uygulaması imkansız, barışın olmadığı bir yerdeki bir barış görevine göndermekle suçluyor.
 
Daha önce Sırpların katliam amaçları kendilerine bildirildiği halde, Hollandalı askerlerin istihbaratlarında büyük hatalar vardı. Sözde koruma altındaki bölge Sırplarca ele geçirildikten sonra silahsız Hollanda birlikleri çok isteksiz olarak sivillerin şehirden boşaltılmasında, rapordaki tanımıyla etnik temizlikte işbirliği denilecek biçimde yardımcı oldular.
 
Diğer bir ifadeyle bir felaketi önleme görevi üstlenmiş Hollandalı askerler binlerin katliamına açıkça seyirci veya taraf oldular. Bu rapora rağmen hala hiç bir şey açıklığa kavuşamadı.
 
Amerikalı araştırmacı gazeteci David Rohde, 1998'de yayınladığı "Son-Oyun, Srebrenica'nın Düşüşü ve İhanet" adlı kitabında şunları yazdı: "Yetersiz ve az sayıda silah, mavi miğferler ve beyaz araçlarla Hollandalılar çok zayıf bir savaş birliği idi.  Çelişkiler içindeki bir görevde hem karmaşık ve hem de gözleri korku bürümüş, Hollandalı barış gücü askerleri, Temmuz'dan önceki beş aylarını hiç bir şey olmayacak umuduyla geçirdiler." Sırpların saldırısı geldiğinde Hollandalı askerlerin seyretmekten başka yapabilecekleri bir şey de yoktu.
 
Açıklanan raporla büyük bir düş kırıklığına uğrayan Bosnalı kadınlar geçtiğimiz Perşembe günü suçu ve suçluları tam olarak belirlemeyen raporu protesto etmek için Hollanda Parlamentosu'nun önünde bir gösteri yaptılar. Fakat, Mark Danner'in New York Review of Books'ta bir dizi makalede defalarca çok canlı bir şekilde gösterdiği gibi gerçek suç ve suçlular birçok kuruluş ve örgüte ait bulunmaktadır. 
 
Hollanda'yı doğrudan suçlamanın yanında Birleşmiş Milletler, NATO ve Amerika Birleşik Devletleri, bu cinayette ağır bir suç ortağıdırlar.
 
Katliamdan bir ay önce ABD istihbaratı, Sırp General Mladiç ile Yugoslav Genelkurmay Başkanı'nın büyük bir saldırıyı konuştuklarını tesbit etmişti. 11 Temmuz'dan sonra Amerikan uyduları saldırıyı tesbit ettiklerinde Clinton yönetimi görevlisi Richard Hallbrooke, "Şüphe götürmeyecek şekilde çok korkunç olaylar yaşanıyor" diyordu.
 
Bu istihbarat ya aktarılmadı veya Birleşmiş Milletler önemsemedi. Birleşmiş Milletlerin ciddiyetten uzak, iğreti tanımlanmış görevi, Bosnalı Sırpların, hilelerini uygulamaya koymalarına cesaret verdi. Bosna'daki Barış Gücü'nün Komutanı Fransız General Bernard Janvier, Sırpların elinde tutsak bulunan Fransız askerlerinin güvenliği korkusuyla NATO'yu hava harekatı için çağırmada isteksizdi. Batılı diplomatlar ve Bosnalı Müslüman liderler şehrin düşüşünden sonra, büyük acılara neden olan savaşın bir şekilde sona ereceği umudu içinde Srebrenica'yı kabullendiler.
 
 11 Temmuz sabahı Hollanda hava desteği istedi. Hiç bir şey gelmedi. Srebrenica düştükten sonra Danner'in vurguladığı gibi, Birleşmiş Milletlerin tek ilgisi Hollandalı askerlerin güvenliği idi.  Onlar evlerine sağ salim döndüler. Fakat Müslümanlar onlar kadar talihli değillerdi. (Fransız Generaller hem Morillon ve hem de Janvier ise Hollanda Enstitüsü'nün söyleşi çağrılarını reddettiler.)
 
Bu eksiklikler Birleşmiş Milletlerin 2000 yılında Bahimi raporunda da, "hata, yanlış karar ve bize karşı duran şeytanı tanımadaki yeteneksizlik" olarak suçlanmış ve belgelenmişti. Fransız parlametosunca geçen yıl yapılan bir araştırmada da benzer sonuçlar elde edildi.
 
Srebrenica'dan alınacak dersler tam anlamıyla apaçık ortadadır. Barışgücü bundan böyle her bakımdan yerel savaşan tarafların hilelerine alet olmayacak şekilde donatılmalıdır. Görev çok net biçimde tanımlanmalı, beklenmeyen olaylara karşı yeteri kadar askeri ateşgücüne sahip olmalıdır.
 
Sırp General Mladiç Yugoslavya'da tam anlamıyla serbest dolaşmakta. Tutuklanması ve The Hague'ye muhakeme edilmek üzere getirilmesi gerekmekte. Raporun Belgrat yetkililerince de iyi okunması gerekiyor. Bazı yayın organları Hollanda raporunun The Hague'de yargılanmakta olan Sırp lider Slobodan Miloseviç'in durumunu zora soktuğu şekilde yorumlamalarına rağmen,  raporda, Srebrenica saldırısında şüpheler olmakla birlikte Miloseviç hakkında Bosnalı Müslümanlara Belgrat'tan bir imha planı yapıldığı ve uygulandığı hususunda kesin bir kanıt gösterilememiştir.
 
NATO eski komutanı Wesley Clark aynı yıl Ağustos ayında Miloseviç'e, Sırp General Mladiç'in Srebrenica'ya niçin saldırdığını sorduğunda Miloseviç'in yanıtı: "Ben ona yapma dedim, fakat dinletemedim." olmuştur. General Clark'a göre bu ifade onun önceden apaçık bilgisi olduğunu anlamına geliyordu ve bir yalandı.
 
Hollanda'da yazılan bu en son rapor yalanları çürütmede ve gerçekleri ortaya koymada şimdiye kadar yapılanlardan çok daha yararlı bir çaba olduğu kabul edilmesine rağmen Srebrenica rezaleti çözümsüz ortada duruyor.
 
Uluslararası toplum bu iğrenç ve korkunç gerçeğin acaba ne kadar farkında...???
 
----------------------------------------------------------------
The Wall Street Journal Europe 
 
 A6 EDITORIALS & OPINION
 
12-13 14 April  Friday-Saturday-Sunday 2002 
 
/////////////////////////
Bizim yorumumuz:
 
Türkiye medyası acaba bu gerçeklerin ne kadar farkında...???
 
200 yıldır, dünya üzerinde Müslümanlar'ın hayatından daha ucuz bir mal yok. Her yerde kanları sel gibi akıtılıyor. Sanki gizli bir yerlerden, 'Dünyada sürekli Müslüman kanı akıtılmalı...!!!' kararları alınıyor.

Geçtiğimiz son 10 yıla bakın: Karabağ'da Türkler'in kanı kesilmeden, Balkanlar'da Boşnaklar'ın kanı akmaya başlıyor. Bu kan durmadan Kafkaslar'da Çeçenler'inki başlıyor. Sonra tekrar Balkanlar... Kosovalı Arnavutlar'ın kanı, Keşmir'i, Afganistan'ı, Cezayir'i, Filipinler'i ve diğerlerini ekleyerek listeyi uzatmak mümkün. 
 
Bugünlerde Hindistan'da Gujarat'ta binlerce Müslüman katlediliyor, onlarca cami yakılıyor, yerle bir ediliyor. 6-7 yaşlarıdaki Hint'li çocuklar, "Müslümanlara ölüm!" diye saldırıyorlar.  Her halde verilen eğitim böyle olacak.
 
Filistin gözlerimizin önünde ve naklen göz göre göre! Görmediklerimiz kim bilir ne kadar ve nerelerde???
 
Sayıların ne önemi var? Bir insanın ölümüyle, binlerce, milyonlarca insanın ölümü arasındaki fark ne? Bir insanı öldürmek, tüm insanlığı öldürmek anlamına gelmiyor mu zaten? Ama akılları, ruhları ve kalpleri gözlerine inmiş yaşadığımız dünya için sayılar çok önemli. İnsan hakkı ihlallerinin tolere edilebilir bir eşiği var.
 
Özel bir çıkar yoksa, egemen güçlerin harekete geçmesi için daha büyük sayılar gerekiyor. Bosna için bu eşik 200 binde aşıldı. Ruanda'da 500 binde bile aşılamadı.
 
Aslında hangi inanç, dil ve ırktan olursa olsun, biz insan türü için canını kaybetmekten daha tehlikeli olanı onurunu, haysiyetini ve insanlık duygusunu kaybetmek değil mi?
 
11 Eylül trajedisi yaşandığında herşeye rağmen bir umut ışığı doğmuştu. Güya dünyaya hükmeden güçler nerede yanlış yaptığı konusunda bir nefis muhasebesi yapacaktı. Geçen 7 ayda bu olaydan ders alındığını gösteren en küçük bir pırıltı yok.
 
Aksine herkes beğenmediğini kendi Ladin'i ilan edip, yakıp yıkmaya devam ediyor. Şaron da kendi yarım hesaplarını görmek isteyenlerden yalnız biri. Bunun için kasabalar işgal ediliyor, hastaneler kapatılıyor, elektrikler kesiliyor. Mahalleler bombalanıyor. Evlere baskın düzenlenip erkekler, gençler bilinmeyen yerlere götürülüyor. İsmi bir toplumla özdeşleşmiş bir lider uluslararası toplumun önünde aşağılandıkça aşağılanıyor.
 
Türkiye medyası acaba bu gerçeklerin ne kadar farkında...???