Mehmet işten çıkarılır. Eve gelin durumu bildirince,
hanımı içeri almaz. Gidecek yeri olmadığından Şeyhin dergahına gider. Bu
sırada şeyh talebeleriyle sohbet etmektedir. Bu arada börek çörek
yenmekte, çaylar içilmektedir. Mehmet de aralarına katılır. Şeyh, sohbet
esnasında; 'beterin beteri vardır, insan içinde bulunduğu duruma
şükretmeli' der. Bunu bir kaç defa tekrar edince, bizim zavallı dayanamaz,
kendi kendine, (!.. postun üzerindesin, sevenlerin etrafında, talebelerin
hizmet ediyor, keyfin yerinde... Elbette içinde bulunduğun duruma
şükredersin, ya ben ne yapayım?) diye mırıldanır. Şeyh, Mehmed'in
kalbindeki sıkıntıyı fark edince, 'Evladım, sen de, içinde bulunduğun
duruma şükret. Beterin beteri vardır.' der. Mehmet dayanamaz: - Şu
an besbeter bir durumdayım Efendim... Hem işten kovuldum, hem de
evden... Şeyh oralı olmaz aynı tekrar eder: - Beterin beteri vardır.
Sen yine de durumuna şükret. Mehmet, cevap vermez ama daha beterini
hayal bile edemez. Bu sırada akşam olmuştur. Herkes köşesine çekilince,
Mehmet de, belki hanımı razı edersem diye dergahtan çıkıp eve gider.
Kapıyı çalar, hanımına 'beni affet, perişanım' diye yalvarır. Fakat
hanımı, içeri almaz. kapının bir kenarına kıvrılır. Soğuktan titremeye
başar, kuytu bir yere oturur, fakat çok geçmeden zaptiyeler bunu gizlenmiş
olarak görünce şüphelenip karakola götürürler. Bakınca bunu nezarete
atarlar. Meğer o civarda bir hırsızlık olmuş. Hırsızın eşkali de bizimkine
uyuyormuş. Zavallı, geceyi ipten kazıktan kurtulma tiplerin arasında
geçirir. Şeyh, durumu öğrenir, ziyaretine gelir. Daha 'Nasılsın?' diye
sormadan bizimki feryat eder: - 'Nedir bu başıma gelenler? Önce işten
sonra eşten oldu,şimdi de...' Şeyh sözünü keser: - Beterinde beteri
vardır. Bizimki dayanamaz: - Hocam anlatamadım galiba... Suçsuz yere
hırsız damgası yedim. Üstelik bu haydutlarla aynı yerdeyim, şunların
tiplerine baksana...' Şeyh hiç umursamadan karakoldan ayrılır. O gece
nezaretteki zanlılar arasında müthiş bir kavga çıkar. Sille tokat
birbirlerine girerler. Bizim Mehmet bir kenara sinerek boğuşanları
seyreder. Bu sırada zaptiyeler kavgayı ayırır. Kavganın sebebi
araştırılır. Kavganın Mehmet geldikten sonra çıktığını gören zaptiyeler,
zavallıyı kavgayı başlatmakla suçlayıp tekme tokat tek kişilik bir hücreye
atarlar. O geceyi hücrede geçiren Mehmet, sabahleyin şeyhi karşısında
görünce ağlamaya başlar. Başından geçenleri sıkıntıları anlatır. Ama şeyh
aynı şeyi tekrar eder: - Beterin beteri vardır, sen durumuna
sabret. Bizimki şaşkınlıktan ağlamayı bile unutur: - Sabır mı? Sabır
taşı olsa çatlar. Şeyh güler geçer. Bizimkinin öfkeden kanı beynine
sıçrarsa da bir şey diyemez. Şeyh gidince ortalığı birbirine katar.
Bağırıp çağırır, hücre kapısını tekmeler. Gürültüye gelen zaptiye memuruna
da hakaret edince fena şekilde dayak yer. Üstelik de 'Bu herif
yalnızlıktan sıkılmış olmalı' diyerek yanına hasta olan Mecusi bir
tutukluyu koyarlar. Tek kişilik bir hücrede iki kişi olması bir yana,
adamın ömrü boyunca yıkanmamış, saçı sakalı kir pas içinde, hastalıktan
inlemesi bizimkini perişan eder. Geceyi Mecusi ile koyun koyuna
geçirirler. Sabah olunca şeyh tekrar ziyaretine gelir. Der ki: - Ooo...
Ne kadar güzel... Bir de arkadaşın olmuş. Yalnızlık çekmezsin.' - Böyle
arkadaş olmaz olsun efendim. Herif hasta ve baygın yatıyor, üstelik de leş
gibi kokuyor. Dar yerde mecburen kalıyoruz. Şeyh yine hiçbir şey
söylemeden ayrılır. Bir kaç saat sonra hasta Mecusi hem kusmaya, hem de
altına kaçırmaya başlar. Mehmet hücrede yine tek başına kalabilmek için
bir fırsat bilerek görevlileri çağırır. Görevliler durumun vahametini
görünce; 'Bundan sonra bu hücrenin temizliğinden sen sorumlusun' diyerek
bir kova su ile bez verip giderler. Nezarettekiler ikiye ayrılır, Yine
aralarında kavga çıkar, çoğu şişlenir ölür, kalanı da yaralanır. Ertesi
gün şeyh efendi karakolu ziyarete gelir. Hücreye yaklaşınca Mehmed'in
yanık sesini duyar. O bir yandan Mecusi'yi ve hücreyi temizliyor, bir
yandan da dua ediyor. - Ya Rabbi sana şükürler olsun, iyi ki hücreye
girmişim, ben de muhakkak kavgada ölebilirdim. Bir de Mecusi'ye hizmet
ettiğimden dolayı Mecusi Müslüman oldu. Şeyhi görünce başını eğer: -
Haklıymışsınız efendim. Bu adamcağız hasta oldu. Temizliğini de bana
yaptırdılar. Düşündüm ki, ya bu adam ölürse halim ne olur? Beni cinayetle
bile suçlarlardı veya buraya hiç uğramaz, adamın cenazesiyle kim bilir kaç
gün daha burada tutarlardı. İyi ki ölmedi, hem de Müslüman oldu, üstelikte
büyük bir kavgadan kurtulmuş oldum. Şeyhi gülümser: - Beterin beteri
olduğunu anladın demek... Sana bir müjde vereyim. Zaptiyelerin yanından
geçerken duydum, gerçek hırsız yakalanmış. Mehmet çok geçmeden
karakoldan çıkarılır. O da beterin beteri olduğunu yaşayarak
anlar.
|