EVLENMEYİ
DÜŞÜNENLERE
DR. YUSUF
KARAÇAY
“İçinizden bekâr olanları evlendirin”
mealindeki âyeti bizim arkadaşlar “Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı
yayınlayın” diye de tefsir ettikleri için, hayli zamandır sıkıştırıyorlardı
beni. Tarkan’dı, İkiz Kuleler’di derken, sonunda sıra geldi bu konuya. Ve,
evlilik hazırlığı yapan gençlerin çeyizinde bulunsun diye tavsiyelerimi kaleme
aldım. Yazdıklarım kişisel fikirlerim sayılmaz; çoğu terapistin de katılacağı
tavsiyelerdir bunlar.
Şanslı olduğunuzu da bilin. Bizim zamanımızda bu
konularda pek konuşulmaz, fikir verilmezdi. Evli-barklı, olgun-oturaklı
abilerimiz hep çok daha mühim mevzuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı.
Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, gençlerin zihni dağılmasın(!) diye.
Öyle olunca da biz fısır fısır konuşurduk aramızda: “Evlensek mi acaba? Nasıl
biriyle evlensek?” “Hoşlandığım bir kız var ama namaz kılmıyor, problem olur mu
dersin?” “Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum
sence?”
Siz bu tür açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha
rahat konuşuluyor zaten. Doğru karar vermenizde yazacaklarımın da biraz faydası
olursa ne mutlu bana.
EVLENMEK
ŞART
MI?
Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda
sevinçten zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan ve hatta
doğrudan Rabbine muhatap olabilen Peygamberimiz (a.s.m.) bile, bazen eşine “Yâ
Âişe, konuş benimle!” dermiş, kitaplarda böyle nakledilir. Konuşmak, paylaşmak
ve yardımlaşmak bu zorlu imtihan dünyasına tek başına gelen insanın en büyük
ihtiyacıdır belki de.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsanın en fazla ihtiyacını
tatmin eden, kalbine mukabil [karşılık] bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her
iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler [paylaşsınlar] ve
lezaizde [güzel şeylerde] birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de
yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”
“Evet, bir işte mütehayyir [hayret
veya tereddüt içinde] kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev
zihnen olsun [hayalî bile olsa], ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti,
o tefekkürü paylaşsın.”
“Kalplerin en latifi [duyarlısı], en şefiki
[şefkatlisi], ‘kısm-ı sani’ [diğer yarım] ile tabir edilen kadın
kalbidir.”
Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en
temel ihtiyaçlarını—barınma, beslenme ve üreme—dahi karşılayan bir kurum olduğu
içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde el üstünde tutulmuş, şart gibi
görülmüş, hatta kutsanmıştır. Gelin görün ki, en fazla şikayet edilen kurumdur
da aynı zamanda. Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğindeki
ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle.
Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış
gibi. Hem evlenir, hem şikayet ederler; hem şikayet eder, hem de evlilikten
vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır: “Evlenmesek
mi?”
Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de “Bekâr
bayan yarımdır, evlenince tam olur. Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen
biter” gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkça da görüyorum ki;
bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatım,
evlenince, bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi
ve maddî, manevî, sosyal sahalarda bugüne dek ne ürettiysem, hep evlendikten
sonra oldu. (Eşime buradan teşekkürler!) Eski resimleri karıştırdığımda zaman
zaman kendi kendine konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci
görüp bugünkü hâlime şükrediyorum.
Geçenlerde Ulusal Psikiyatri Kongresi’ne
katılmıştım. Epeydir görmediğim birçok meslektaşım ve dostumla görüştüm. Son
katıldığım kongreden bu yana peşpeşe iki çocuğum daha olduğu için benimle sohbet
eden arkadaşların konuşmaları evlilik, çoluk-çocuk gibi konulara yöneldi
genellikle. Benim de dikkatim bu konuya çevrildi tabiî. Kim evlenmiş, kim bekâr
kalmış, kim boşanmış, kimin kaç çocuğu var? Dikkat ettim, kim ki evlenip yuva
kurmuş; daha huzurlu, daha verimli, hedeflerini gerçekleştirmiş. “Nasılsın?”
diye sorunca gevrek gevrek gülerek “İyii” diyor. Kim ki düzenli bir aile hayatı
kuramamış; huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başıboş dolanıyor.
“Yaa, bildiğin gibi işte, birşey yok, ne olsun?”
O yüzden Bediüzzaman’ın
“Bekârlık, bikârların kârıdır” sözüne aynen katılıyorum. Bekârlık, bu hayatta
kazancı olmayanların işidir yani. Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok
daha hakikatli bir sözü daha var ki; “Bekâr erkek üçte iki erkek, üçte bir
çocuktur. Bekâr kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir.” Yani erkeklerin
haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları
için evlenmeleri lâzımdır.
Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl
seçeceksiniz?
ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ
BELİRLEYİN
“Ne iş olsa yaparım abi” diyen birinin, iyi ve uygun
bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne
istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca
bulabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek,
işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de tabiî önce kendi
kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani
kendinizi tanımanız lâzımdır önce.
İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin
için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da
güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul
etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir. En az on
cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve
aklınızda bulunsun.
Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da
lütfen.
Adam arkadaşına sormuş:
—Evlenmiyor musun?
—Şartlarımı tutarsa
olur.
—Ne istiyorsun ki?
—Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin
olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de
esprili olsun.
—Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak
artık!
Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz
mutlaka. On cümle lütfen.
İDEAL BİRLİĞİ ŞART, AMA
YETMEZ
Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken
noktaların başında ideal birliği gelir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin
hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, en çok üzerinde
durulması gereken konudur.
Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak,
yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı? Kazanılan para ile daha iyi
yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı sarf
edilecek? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek,
ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog
kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz
şarttır.
Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi
eşiniz yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya
çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde bile
kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi, saygı bile
kalmaz ki aranızda.
İlginç bir araştırma okumuştum. “Evlilikte mutluluğun
şartları nelerdir?” sorusuna her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi,
hatta birincisi ‘inanç ve ideal birliği’ idi. (Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum
imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta, aynı
idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size sizin yolunuzda ‘yoldaş’ da
olabilmelidir eşiniz.
“Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir”
diye de kendinizi kandırmayın. Âyetin verdiği dersi hatırlayın: “Sen sevdiğine
hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder.” Değişeceğine dair
garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı
mısınız? Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?
Ancak fikir uyumu önemli derken
de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir.
Gereklidir, ama yeterli değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde
olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır:
iyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle
evlenmek. “Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam,
huyuna suyuna bakmaz evlenirim” diyenler çoktur. Ama unutmayalım ki, meselâ Hz.
Zeyd ile Hz. Zeyneb de aynı yola baş koymuşlardı. Fakat bu mutlu bir beraberlik
kurmalarına yetmedi.
Zaten düşünürsek, aynı ideali bile farklı insanlar
farklı biçimlerde yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak,
yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere,
faaliyetlere katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir
birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz
lütfen. Fikirleri size uyanlar içinde huyu da size uyan birini mutlaka
bulursunuz.
SEVGİ GEREKLİ, AŞK RİSKLİDİR
Neredeyse klasik
bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi? Beylik bir cevap
olarak herkes “Tabiî ki lâzım” der. Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart
değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru
yapalım. Kullandığım mânâda sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla
beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoşgörmektir. Aşk ise ona
muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir. Böyle bir aşk,
aslında sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir? Peki sağlıksız
bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur? Depresyon tedavisinde
kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor
muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık bile sayılabilir
aslında.
Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk
evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu, aşık
olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o
coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler
yaparlar. Aşık olmuş birisi için karşısındaki, dünyanın en mükemmel kişisidir,
kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır.
Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk
küllenmeye başladığında, önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar.
Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.
Aslına bakarsanız, aşık
olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok
rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz
(“İnecek var şoför bey!”), aşığınız “Ne hoş bir cümle kurdun” diyor. Siz sıradan
gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı!” diyor.
Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce? İlişkinin
doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?
Zaten o yüzden değil
midir ki, çılgınca aşık olunanlar genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı
çektirir? “Delice sevdim, ömrümü verdim” diye başlayan şarkılar, “O beni
sevmedi, kalbini vermedi” diye devam etmez mi hep? Tesadüf değildir bu. Aklı
başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi
görmekten mutlu olmaz—kısa süreli bir zevk dışında.
Üstelik bu tip gerçekçi
olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine “Ben onun
zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?”
tedirginliğini kazır. Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır
aslında. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir
yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi. Büyük
beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.
Siz siz olun, eğer
karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan
mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan.
Dozunca seven,
hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden
abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel
değil mi?
TEK BAŞINA DA MUTLU
MUSUNUZ?
Meşhur atasözüdür: İki çıplak bir hamama yaraşır. Yani,
iki mutsuz birleşince mutlu olmaz. Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak
bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi. Zaten olamazsınız.
Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla
dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır.
O yüzden, ilk anda size ters gelecek
belki ama, eğer bekârken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız, evlenince
daha da mutlu olursunuz muhtemelen. Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli,
huzursuz geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz. Kendi
içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce. Unutmayın, iyi
bir evlilik kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir
evlilik yapılır.
Bu sözlerimle bazılarının tatlı hayallerini bozuyor
olabilirim ama, tüm sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak
maalesef çok düşülen büyük bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam
yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli. Karşınızdaki de sizin gibi bir
insandır; beyaz atlı prens değil.
Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok
görülen sonucu ise (başlarda da dediğimiz gibi) evlilik de mutluluk getirmezse
eşini suçlamaktır bu kez. Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bugüne
kadar:
—Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.
—Sebep nedir
sizce?
—Eşim. Evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç.
—Bekârken çok mu
mutluydunuz?
—Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm
aslında.
Bu gibi kişiler—hayal ve masalların da etkisiyle—evlenince tüm
sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için, aynen devam eden sıkıntılar
ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir maalesef. Oysa,
eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet
vardır; mucize değil.
O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin,
sonra evlenin. Mutluluk paylaşıldıkça artar.
KONUŞABİLMEK
LÂZIM
Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar,
malum. Beğendiğiniz kişi dış görünüşüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok
uyuyor ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat! Dozunda olunca
tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak bir felakettir. Onunla konuştuğunuzda
zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa bu çok güzel. Eğer fazla olumlu bir katkı
almıyor ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız 1+1=2 ediyor demektir
ki, idare eder. Ama—ne kadar seviyorsanız sevin—onunla konuşurken kendinizi
anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız, yani 1+1, 2
bile etmiyorsa işiniz zor. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü. Onunla
konuşamazsanız ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da başkalarıyla.
İkisi de risklidir.
“Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz,
anlaşamazsanız filozof” diyenlere de katılmıyorum. Size muhatap olabilen,
zihninizi açan, fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz filozof değil
evliya bile olabilirsiniz.
FLÖRT NE İŞE
YARAR?
Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor.
İnsanların birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî. Ama flört dönemi,
gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı
olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir,
ama bunun da başka bedelleri vardır malûm. Bildiğimiz anlamdaki flört, yani
arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan
farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir.
Örneğin kişi günün yirmi üç
saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor, biriken sohbet ve gezme
ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan,
canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, atak,
sosyal insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir. Ama iş evliliğe
gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete
tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar
ve sürtüşmeler başlar tabiî.
Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi
anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm.
Evlilik hayatı başlayınca “Reklamları izlediniz, şimdi haberler” anonsu yapılmış
gibi olur.
“Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?”
diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o
kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle bayanların,
karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize
edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses
tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli
işaretler taşır. Ve özellikle hanımlar bu tip işaretleri çok iyi
değerlendirirler.
Meselâ karşınızdaki kişiye “Hava bu gün ne güzel, değil
mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit
çeşit cevaplar alabilirsiniz.
—Gerçekten harika bir hava var, insanın içi
coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)
—Böyle havaları çok mu seversin?
(Karşısındakiyle ilgilenen.)
—Hı hı. (Kontrollü ve ketum.)
—Haklısın, çok
güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)
—Esas üç gün önce çok daha güzeldi.
(Geçmişte yaşayan.)
—Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi,
karamsar.)
Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz.
Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. Böylece
yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz
gerekmez.
ONU İYİ TANIYIN
Yukarıdaki konunun devamı
olmakla beraber ayrı bir paragraf olmayı hak eden bir önemi vardır bu bahsin.
Bir insanın karşısındakini iyi tanıyabilmesi için bile, önce kendi sıkıntı ve
saplantılarından arınması gerekir. Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan
olduğunu tarif edebilir misiniz? Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif
edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir. (Ayrıca bu on cümleyi başta
hazırladığınız tarifle kıyaslayacağınızı da anladınız tabiî.)
Eğer onu tam
olarak tanımadığınız halde ondan çok hoşlanıyorsanız, bu sizin farketmediğiniz
bir kompleksinizle ilgili olabilir, dikkat edin! Ne demek istediğimi bir örnekle
anlatayım:
Faraza, diyelim ki, siz maddî sıkıntı yaşıyorsunuz. Fena halde
zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lâzım. Ve bu arada bir yazarla
tanıştınız. Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını anlatıyor. Ama siz
onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden? Çünkü aklınız para probleminizde.
Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz: “Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var
mı? Bana borç verir mi?” Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile. Sonuçta sizin
acil ihtiyacınız, meşgul olduğunuz probleminiz, onu tanımanızı
engeller—saatlerce konuşsanız bile.
Aynen bunun gibi; diyelim ki sizin
beğenilme, önemsenme konusunda bir kompleksiniz var. İnsanların size hak
ettiğiniz ilgiyi göstermediğini düşünüyorsunuz. Bu durumda yalancı ve ahlâksız
biri bile size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa, sizi
elde etmesi kolaydır. Siz uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını
düşündüğünüz bu kişinin, aslında kolayca fark edilebilecek bir yığın yanlışını
fark etmezsiniz. Sonra da “Evlenmeden önce anlayamamıştım onun böyle biri
olduğunu” diye şikayet edersiniz. “Küçücük çocuklar bile karşılarındaki insanın
huyunu-suyunu hissedebilirken, siz nasıl oldu da onun bu yönlerini görmediniz?”
diye sorulduğunda da “Bilemiyorum, fark etmemişim” dersiniz. Aslında cevap
açıktır: O yönlerine hiç bakmadınız ki... Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu
vardı. Saplantınız yani.
O yüzden “Önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz
lâzım, doğru seçim yapabilmek için” diyorum. Ve sonra da duru bir gözle
karşınızdakine bakıp onu tanımaya, anlamaya çalışmanız. Eğer karşınızdakinin
huyunu-suyunu doğru düzgün tarif edemiyor, size sorulan “şu şu yönleri nasıl?”
sorularına cevap bulamıyorsanız, tekrar bir değerlendirme yapmanız gerekiyor
demektir. Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle beraber yapmanızda da fayda
var bence.
BİRKAÇ BİLENE
DANIŞIN
Evleneceğiniz kişiyi tabiî
ki kendiniz seçeceksiniz, ama fikrine güvendiğiniz kişilere danışmanızın da çok
faydasını göreceksiniz. Hele aşık iseniz (yukarıda değindiğimiz gibi), tarafsız
yorum yapamayacağınız için olaya üçüncü bir gözle bakan tecrübeli kişilerin
yorumlarını da alın mutlaka. Sizi denk ve uyumlu bir çift olarak görüyorlar mı?
Tecrübe, sandığınızdan (ve benim de gençliğimde sandığımdan) çok daha
önemlidir.
Ancak burada da abartıya kaçmamalı, mutlaka son kararı siz
vermelisiniz. Hata yapma korkusu veya kararsızlık sebebiyle evleneceği kişiyi
anne-babasına veya büyüklerine seçtirenlerin şikayete hakkı olmayacaktır
ileride. Sizin yerinize seçim yapacakların da saplantıları olmadığı ne
malûm?
Hep söylerim, hayli bağımlı bir toplum olduğumuz ve ilişkilerimizde
özerkliğe pek yer vermediğimiz için, iki uç arasında salınıp duruyoruz maalesef.
Bir yanda gençlerin kararlarını onların yerine almak, başkalarının hayatını
yönetmeye çalışmak, çocuğunu vesayete muhtaç bir aciz gibi görmek yanlışına
düşen aileler, büyükler olduğu için; diğer yanda ya boyun eğmiş, sorumluluğunu
üstlenmekten korkan ve her işini başkasının aklıyla yapan gençler yer alıyor ya
da bu baskıyı reddedip ipleri tümden koparan, tamamen kendi başına davranıp
kimseye danışmayan isyankârlar. Orta noktayı bulmak çok mu zor sizce?
Burada
özellikle sevdiği kişiyle evlenmesine ailesi izin vermeyen (ya da sevmediği
biriyle evlenmesi istenen) gençlere de seslenmek isterim. Aileniz eğer bu
dayatmayı bazı saplantıları doğrultusunda yapıyorsa, bununla onları (usulünce)
yüzleştirmeyi deneyin. “Anne, sen mutsuzluğunu maddî sıkıntına bağladığın için
benim illa ki o zengin çocukla evlenmemi istiyorsun; ama senin esas problemin
para değil, babamın seni sevmediğini sanıyorsun. Zaten bak, filanca da zengin,
ama hiç de mutlu değil” gibi.
Eğer siz kendi tercihinizin sizi mutlu
edeceğini yeterince ve mantıklı biçimde açıklarsanız neden kabul etmesinler ki?
Kim çocuğunun mutsuz olmasını ister? Ha, eğer “Düşünce biçimleri yanlış, kuşak
farkı var, anlamıyorlar” diyorsanız, yeterince konuşmuyorsunuz demektir. Onlar
da sizin gibi genç oldular vaktiyle, siz meramınızı doğru anlatırsanız mutlaka
anlayacaklardır.
Bu konu üzerinde çok durmamın sebebi, mutlu bir yuva
kuracağım diye arkanızda harabeler bırakmanızı istemeyişimdir. O harabe
görüntüleri sizin hayalinizde hep yaşar, ne kadar iyi bir evlilik yapsanız da.
Sizin iyiliğiniz için söylüyorum yani, aileniz için değil.
ONUN AİLESİ NASIL PEKİ?
“Anasına bak kızını al” sözü
boşuna söylenmemiştir. Hele hele yapı olarak ailesine daha düşkün ve bağlı olan
kızların, ailelerinin tarz ve kişiliğinden çok farklı olmaları hayli nadirdir. O
yüzden özellikle bir erkeğin, evleneceği kızın ailesini iyi tanıması gerekir.
Erkeklerin ise ailelerinden biraz uzağa düşebileceklerini de eklememiz lâzım,
her ne kadar “Armut dibine düşer” ise de.
Aileyi incelerken kişinin
anne-babasıyla ilişkilerine de çok dikkat etmek gerekir. Zira psikolojik bir
gerçektir ki, kız çocuğunun babasıyla, erkeğin de annesiyle ilişkisi,
evlendiğinde de sürdüreceği bir iletişim tarzının temelini atar. Babasıyla
mesafeli büyümüş bir kız, eşiyle de mesafeli olacaktır muhtemelen. Annesinin
şefkatli ev kadını kimliğini benimsemiş bir erkek, çalışan ya da sosyal yönü
kuvvetli bir kadına (sebebini bilemediği halde) tahammül edemez. Babası
kendisine aşırı düşkün bir kızın, eşinden de yüceltilme beklemesi veya annesi
baskın bir erkeğin pasif bir bayanla mutlu olamaması gibi örnekler de
verebiliriz.
Tabii “Ailesine bakın” derken aileler arasında uyumu da
değerlendirmek lâzım. Eşler birbiriyle ne denli uyumlu olursa olsun, ailelerle
veya aileler arasında yaşanan sürtüşmeler en azından tatsızlık sebebi
olacağından, bu konuda da denklik aramakta fayda vardır. “Ailelerimiz
anlaşabilir mi? Ben onun ailesiyle uyuşabilir miyim” diye de sorulmalıdır
yani.
DOĞRU ZAMANLAMA
Yanlış
zamanda yanlış karar verilir. Eğer bir bunalım dönemi yaşıyorsanız kesinlikle
hayatınızı bağlayacak önemli bir karar vermeyin. Zira denize düşen yılana
sarılır. Biz, depresyon gibi sıkıntılı dönemlerdeki hastalarımızı mutlaka
uyarırız: “Şu an sağlıklı değerlendirme yapamayabilirsiniz. Kendinizi
toparlayana kadar önemli bir karar almayın.” Öylesi bunalım dönemlerinde
öncelikler değişir çünkü ve sağlıklı düşünmek pek mümkün olmaz.
Depresyonda
iken yaşadığı keyifsizliğin etkisiyle çok hareketli, neşeli birisine aşık olup
evlenen bir hastam, düzeldiğinde “Ben bu havai, boşboğaz insanla nasıl yaşarım?”
demeye başlamıştı. Evdeki huzursuzluktan kurtulmak için ilk çıkan kısmete evet
diyen kızlarımızın çok yanlış seçimler yaptıkları ve daha büyük sıkıntılara
düştükleri de yine çok gördüğüm bir örnektir. Yağmurdan kaçan doluya tutulur
genellikle.
KAÇ YAŞINDA EVLENMELİ?
Zaman deyince, uygun evlenme
yaşı da çok önemli bir konudur. Cinslere göre konuşursak, erkek, yapı olarak
daha geç olgunlaşır. Bu, fizyolojik olarak da bilinen bir gerçektir. Bunu bazı
şovenist erkekler “Erkek olmak zor bir iştir” diye yorumlarlar. Şaka bir yana,
erkeğin evlilik sorumluluğunu üstlenecek kıvama gelmesi yirmibeş yaşından önce
zordur gerçekten de. Hele bizim gibi bağımlı özellikleri olan, gençlerin bile
çocuk muamelesi gördüğü bir toplumda, bu yaşı otuza bile taşıyabiliriz. Ancak
geç evlenmenin erkekler için bazı hatalara düşme riskini arttırdığını da
unutmamak lâzım.
Bayanlar ise çok daha erken dönemlerden itibaren evlilik ve
anneliğe hazır gibidirler. Dolayısıyla günümüzde genel kabul gören ortalama olan
yirmi yaş civarı mantıklı sayılır. Tabii bu yaşı eğitim vb sebeplerle biraz
ileriye almak da mümkündür, ama kişilik fazla kemikleşmeden evlenmekte de fayda
vardır bayanlar için. Zira evlilik bir ölçüde elastik olmayı, uzlaşabilmeyi,
gereğinde taviz verebilmeyi gerektirir. Yaş fazla ilerlemiş, yaşama tarzı
oturmuş ise, karşısındakine uyum sağlamak güçleşecektir. “Bunca yıllık huyumu
değiştiremem ki!”
İdeal olanı, erkeğin sorumluluk üstlenecek, gerektiğinde
eşine yol gösterecek bir olgunluğa eriştiği yirmibeş-otuz yaşlarında, bayanın da
kendini ve hayatı tanıyıp fazla da kişiliği kemikleşmeden yirmi yaşlarında
yapacağı evliliktir. Arada beş-on yaş fark olması da tavsiye edilir zaten;
özellikle ileriki yıllar açısından.
DÖRT DÖRTLÜK
OLMALI MI?
Yukarıda anlattıklarımız iyi bir evlilik yapabilmek
için dikkate alınması gereken (bazı) faktörlerdir. Bu saydıklarımızın hepsinden
tam not almak zorunda değilsiniz elbette ama, hepsini dikkate almanız sizin
yararınızadır. Bu dünya cennet olmadığına göre ve birçok peygamber bile
evliliğinde sorunlar yaşadığına göre, mükemmel, kusursuz bir uyum arzulamak
fazla iyimserliktir tabiî ki. Evlenmek için illa da karşınıza dört dörtlük
birisinin, bir masal kahramanının çıkmasını beklemeyin.
”Onun bu’su eksik,
bunun şu’su fazla” derken sonunda eli böğründe kalıp hiç olmayacak biriyle
evlenenler çoktur.
Dört dörtlük uyum deyince şu soruyu sorasım geldi:
“Dünyanın bir yerinde aynı sizin gibi, fiziğiyle, huyuyla tıpatıp size benzeyen
birisi var” desem inanır mısınız? İnanmazsınız tabiî. Çünkü insanlar, hiçbiri
diğerinin aynı olmayacak bir çeşitlilikle yaratılmışlardır. En benzer dediğimiz
kişilerin bile, biraz dikkat ettiğimizde pek çok farklılıklarının olduğunu
görürüz. Peki o zaman şu soruyu sorayım: “Dünyanın bir yerinde tıpatıp sizin
hayalinize uyan birisi var” desem inanacak mısınız? Buna da inanmayın. Hayaller,
idealler, yıldızlar gibidir. Onlarla yolumuzu buluruz ama, onlara ulaşamayız.
Onların gerçekleşme yeri başka diyardır. Bu dünyada bulabildiğiyle yetinmek de
bir fazilettir.
İsterseniz formüle edelim: Dört dörtlük beklemeyin, dörtte
ikiye de razı olmayın; dörtte üçü hedefleyin.
SÖZLEŞME YAPIN
Eğer tüm bu muhasebeler
sonunda evlenme kararı alınmışsa, bu kararın şartlarını kağıda dökmenizi tavsiye
ederim. (Sadece ben değil, tüm evlilik terapistleri tavsiye eder bunu.)
Evlilikte uyulacak kurallar, hangi konularda kimin nasıl bir fedakârlık
yapacağı, kimin neyden sorumlu olacağı, hatta hangi şehirde yaşanacağı gibi
konuların bile yazılı anlaşma hâline getirilmesinde fayda vardır. Böylece
evlilik sırasında olabilecek sürtüşmelerde “Benim dediğim mi olacak, senin
dediğin mi?” tartışmaları yaşamazsınız. “Burada yazdıklarımız olacak. Ne söz
vermiştik? Bak, altında imzamız bile var.”
Ama bunun faydası sadece evlilik
süresince çıkan problemlerin çözümüne yardım da değildir. Bence esas,
çıkabilecek problemleri önceden görmeye ve belki de kötü bir evliliği
engellemeye veya baştan düzeltmeye yarar; doğru karar vermeyi kolaylaştırır. O
heyecanlı dönemin coşkusu içinde size önemsiz gibi gelen ve “anlaşarak
hallederiz, bir yolunu buluruz” denilen nice gizli uyumsuzluk bu esnada açığa
çıkabilir.
Meselâ ailelerle ilişkinin düzeyi, edinilecek malların nasıl
kullanılacağı, çocuk bakım ve eğitiminde eşlerin payları, özel ilgilere ne kadar
zaman ayrılacağı, hatta televizyonda ne seyredileceğine kadar yazın bakalım. Hiç
tahmin etmediğiniz kaytarmalar, itirazlar olabilir.
Olmuyor mu? Hemen evlenin
o zaman. Allah bir yastıkta kocatsın.