CANIM ANNEM

Muhammed AYDOĞMUŞ

.
Dünyanın en şöhretli saray ve salonlarının en lüks yemeklerini hiçbir zaman annemin sıcacık çorbasına tercih etmem. En modern pastanelerin ürünleri, onun böreği ve çöreği kadar lezzetli değildir benim için. Çorbasındaki, çöreğindeki tadı ve lezzeti hiçbir yerde bulamam; onlarda anne kokusu vardır.

Yeryüzünde anne gibi mukaddes ve değerli ikinci bir varlık yoktur. Onun için hiçbir zaman annemin; "ekmeğine kuru, ayranına duru" diyemem. Onun kokusu olan herşey çok güzeldir.

Anne ağladığı zaman yürekten ağlar, gönülden ağlar, yüreği cayır cayır yanar, hep ızdırap yudumlar. Yavrusu için, bir ömür boyu gözleri çağlayan hâline gelir. Anne; oğlu okula gider ağlar, askere gider ağlar, hasta olur ağlar, kızı gelin gider ağlar, bir mektup gelir ağlar. Ağlamadığı bir an yoktur.

Denizler gözyaşı olsaydı, dayanamaz tükenirdi. Canım annem! Senin gözyaşlarının hakkı nasıl ödenir, bilmem ki!?

Gözleri görmeyen, doğuştan âmâ bir genç, duygularını şöyle dile getirir:

"Duydum ki, dünya çok güzelmiş; gündüzü aydınlatan güneş, geceyi aydınlatan ay ve yıldızlar, masmavi denizler, gökyüzü ve dağlar, bahar geldiği zaman renk renk çiçekler, lâleler, güller, menekşeler, çayır ve çimenler, herşey çok güzel olur, seyrine doyum olmazmış. Güneş doğarken ve batarken dünyayı ayrı bir güzellik sararmış. Koyunlar, kuzular, cıvıl cıvıl öten kuşlar güzellik senfonisine ayrı bir renk katarmış.

Ama ben anlatılan bu güzelliklerin hiç birini görmedim, hep kendi karanlık dünyamda yaşadım. Üzülmüyorum ve şikâyetçi de değilim. Ancak yüreğimi yakan tek şey; şu gözlerimle anneciğimi bir kere görseydim, onu seyredebilseydim. Başka şeyleri göremediğim için gam yemem, fakat illâ annem, illâ annem. Onu görmeyi, doya doya seyretmeyi çok isterdim. Beni dokuz ay karnında taşıyan annemi, dizlerine yatıp uyuduğum, şefkatli elleriyle saçlarımı okşayan, beşiğimi sallayıp ninniler söyleyen, benim için gülüp, benim için ağlayan, yavrum-kuzum diyen canım anneciğimi bir kere görebilseydim."

Efendiler efendisi sevgili Peygamberimiz (sas), kızı Hz. Fatıma'nın çeyizi serildiği zaman çok duygulanmış, müteessir olmuş, ağlamıştı. Bu durum, Hz. Fatıma'yı da dilgir etmiş, o da ağlamış, "Canım babacığım! Bu mutlu günümüzde sevinmen gerekirken niçin ağlıyorsun?" diye sormuş. Yeryüzüne ışık saçan mahzun Peygamberimiz (sas) yaşlı gözlerle şu cevabı vermiş: "Anneciğini, Hatice'yi hatırladım. Senin gelin olduğunu, serilen çeyizini görmeyi ne kadar arzu ederdi, bu gününü görmeyi çok istiyordu."

Ana başa taç imiş,
Her derde ilâç imiş,
Bir evlât pîr olsa da,
Anaya muhtaç imiş.

Yüce Peygamberimiz (sas); "Cennet anaların ayakları altındadır." derken onun yüceliğini kudsiyetini en güzel şekilde dile getirmişlerdir. Annenin bastığı toprağı göze sürme diye çekmeden cennete girmek mümkün mü?

Sahâbi sorar: "Ey Allah'ın Peygamberi! Önce kime itaat edeyim?", Efendimiz üç kere: "Annene, annene, annene sonra babana" buyururlar.

Duâlı veya bedduâlı kalktığı zaman, geriye boş inmeyen ellerden biri de anne ve babanın elidir. Bunun farkında olmak gerekir. Anne bedduası alıp da, hayatta iki yakası bir araya gelmeyen yığın yığın talihsizler vardır. Keşke farkına varıp kendilerini affettirebilselerdi. Hayatlarının sonunda, onlara huzur ve saadeti çok görmek, onları kırmak, üzmek, kanatlarının altına alıp şefkatle onlara bakmamak, incelerden ince nâzik gönüllerini kırmak ne büyük nankörlüktür.

Canım annem! Hürmet ve saygı ile ellerinden öper, her an yanık kokulu dualarını beklerim.