BİR ACI KAYIP

 

Zeki bir çocuktu O.. Anne ve babasının biricik oğluydu.. İlk, orta ve liseyi birincilikle bitirmişti. Herkes onun parlak bir geleceği olacağını, ilerde büyük bir insan olacağını umuyordu. Bazıları onun Türkiye’de kalmamasını, Avrupa’ya gidip okuması gerektiğini söylüyor, anne-babasına: “Bu çocuğa yazık etmeyin. Çok zeki bir çocuk çünkü. Avrupa’ya gitsin. Orada okusun. Daha iyi olur sizin için” diyorlardı.

 

Anne ve baba günlerce düşünüp taşınmış, neticede bu sözleri söyleyenleri haklı görüp, çocuğu Avrupa’ya tahsile göndermeyi planlamışlardı.

Çocuk liseyi bitirince bütün varlıklarını ortaya koyup onu Avrupa’ya tahsile gönderdiler....

Felaket bundan sonra başladı. Kendi kültür ve inancından habersiz yetişen bu zeki çocuk için Avrupa bir ölüm tuzağından farksız oldu.

İlk günlerde anne- babasına sık sık mektup yazıyor, Türkiye’yi ve kendilerini özlediğini söylüyordu. Sonra kesildi mektuplar...

Hiçbir haber gelmez oldu. Anne-baba üzüntüler içinde kıvranıyordu. Keşke göndermeseydik, başına bir iş mi geldi, niçin bizi aramıyor,niçin bir-iki satır bile olsa bir mektup yazmıyor diyorlardı.

 

Sonra geldi beklenen mektup.. Zehir dolu korkunç bir mektuptu bu.. Çocuk şunları yazıyordu;

“Sevgili Anneciğim, babacığım..

Bu mektubu okuduğunuz zaman üzülüceğinizi biliyorum. Aylardan beri sustuğum için de üzülüyordunuz. Ama ne yapayım başka türlüsü elimden gelmiyordu. Beni affedeceğinizi, mazur göreceğinizi umarım.

 

Anneciğim, babacığım,

Ben artık İslam dinini terkederek hristiyan oldum.

Eğer böyle yaptığım için bir günah işlemişsem bilin ki, bu günah tamamen size aittir. Çünkü siz bana dinimi öğretmediniz. Ben adımın müslüman olduğunu biliyordum o kadar...

Fakat müslümanlık nedir, nasıl olur?.. Peygamberim kimdir, Kur’an nasıl kitaptır, nelerden bahseder? Müslümanlıkta nasıl ve niçin ibadet edilir.....

İşte tüm bunlar bence bilinmeyen şeylerdir. Buraya geldiğim zaman bütün Fransızların dindar olduklarını gördüm. Hemen her evde birkaç tane İsa ve Meryem’e ait resim vardır. Yemeğe oturdukları zaman dua ediyorlar. Yatağa yattıkları zaman dua ediyorlar. Ben ise onlara alık alık bakıyordum.

 

Din, iman, Allah, Peygamber, Kur’an ve ibadet hakkında bana birçok sualler sorarlardı. Ama ben hiçbirisine cevap veremiyordum. Siz bana bunları öğretmediniz ki...

 

Hatta benim memleketimde oruç tutmak bir suç, namaz kılmak bir ayıptı. Burada ise durum tam tersinedir. Ne kadar aldanmışız. Avrupa’nın dizsiz olduğunu zannederdik. Dinsizliği ilerilik, dindarlığı gerilik sayardık.

Halbuki ne kadar yanlışmış bu.

 

Burada herkes dinden, imandan, İsa’dan bahsediyor. Dinsizler asla sevilmiyor. Genç, ihtiyar herkesin elinde bir İncil var. Bütün bunların karşısında içimde derin bir boşluk hissettim. Herkes ibadet ediyordu. Ben ise ne kendi dinimden, ne de onların dininden bir şey biliyorum. Yavaş yavaş hristiyanlığı öğrenmek için bir merak sardı beni. Öğrendim ve nihayet işte hristiyan oldum. Artık tahsil masraflarımı kilise üzerine aldı.

 

Bundan sonra bana ister mektup gönderin, ister göndermeyin. Siz bilirsiniz. Ama tekrar ediyorum;

Eğer dinimi terkedip günahkar olmuşsam, bu günah tamamen size aittir. Allah sizi affetsin.”

..................

Feridun Yılmaz Yüceler// Başarının Kilometre Taşları