Ruha Hitap eden Ezan
Dinî inançlara ve yaşayışa
uzak bir gençtir Ertan. Öğrencilik yılları da hep böyle geçmiştir. Sadece kendi
düşünceleri doğrudur. Mezun olup askerliğini yaptıktan sonra bankada çalışmaya
başlar, bu arada evlenir, çoluk çocuğa karışır.
Namaz kılma, oruç tutma gibi
Allah'ın emirlerini yerine getirmez, hatta oruç tutmayı saçma bulur. "Ne o öyle,
insan akşama kadar aç kalıyor, hiç bir anlamı yok" der. "Aç, susuz kalmayla
ibadet mi olurmuş?" diye etrafındakilere söylenir. Yalnız ibadetlerini yerine
getirenleri saygıyla karşılar.
Devamlı çay ve sigara içer. Bunların üzerine
yoğun iş temposu da eklenince vücudu yorgun düşer. Gırtlak kanserine yakalanır.
Genç eşi ve iki küçük çocuğuyla birlikte zor günler geçirir.
Hayat aynı yol
üzerinde gitmemektedir. Sağlıklı ve mutlu günlerin arkasından, çetin bir
hastalıkla boğuşmayla geçen acılı yıllar gelir.
Yapılan tedkiklerden sonra
ameliyattan başka bir çözüm olmadığı ortaya çıkar. Saatlerce süren bir ameliyat
geçirir. Ameliyatı risklidir, eğer hastalık vücudunu sardıysa belki birkaç aylık
ömrü kalmıştır. Ne var ki, çektiği acılar ve ıztıraplardan sonra bile yine
düşünceleri değişmemiştir. Dünyanın faniliğini, ahiretin önemini hissetmesi
gerekirken, yine aynı boşvermiş hayata devam etmektedir. Bankadan malûlen emekli
olur ve tedavisi birkaç sene devam eder.
Böylece yıllar geçer. Artık
iyileşmiştir. Çektiği onca acıyı geride bırakmıştır. Eşi ise, kendisinin aksine
daha bir inançlıdır, elinden geldiğince ibadetlerini yerine getirir.
Ramazan
aylarında eşi tek başına sahura kalkar, oruç tutar, kendisine de:
-
İbadetlerini yerine getirmiyorsun, hiç olmazsa Ramazan boyunca orucunu tut, der.
Ama Ertan Bey, her zaman olduğu gibi aldırış etmez.
Bir Ramazan günü yine
eşi sahura kalkmıştır, tüm ısrarlarına rağmen yine beyini oruç tutmaya ikna
edemez.
Ertan Bey o gün pencereyi açmıştır ve tam o sırada sabah ezanı
okunmaktadır. Her yer sessizdir, sadece diğer camilerden de gelen ezan sesleri
semayı çınlatır.
Bu ses, her zaman duyduğu ezan sesiydi, ama hiçbir zaman o
İlâhî davet onun dikkatini bu kadar çekmemişti. Fakat bugünkü bambaşkaydı sanki.
Ezanın her cümlesi, sanki onun ruhuna, kalbine hitap ediyordu.
Acaba o
manevî çağrı yeni bir yaşantının başlangıcı mı olacaktı? Neden her Müslüman oruç
tutuyordu, aç susuz kalıyordu? Kendi de bir gün oruç tutmayı denese, Yaratanın
verdiği nimetlerin değerini anlayıp aç kalan insanların durumunu anlasa, ne
olurdu?
Tüm bunları düşünürken ezan sesi evin içini doldurmuştu. Sanki
müezzin evin içinde okuyormuş gibi, davete icabet etmesini istiyordu.
Birden
yaşantısı gözünün önünden geçti.
Kimdi, dünyaya niye gelmişti, niçin insanlar
bu mübarek ayda ibadet edip Allah'a kulluklarını yerine getirmeye
çalışıyorlardı? Kafası iyice karışmıştı. Yıllardır geçiştirdiği sorular beynine
hücum etmişti. Sanki kaçış yoktu artık.
- Aman Allah'ım, dedi. Ne oluyor
bana?
Sanki her şey anlamsızdı. Ezanın meydana getirdiği ulvî düşünceler ve
duygular sanki her şeye bir mana veriyordu.
Vücudunun titrediğini hissetti.
Bugün ne olmuştu ona? Her zaman duyduğu ezan değil miydi bu? Ama bugün garip
düşüncelere dalmıştı. Elinde olmadan hüngür hüngür ağlıyordu.
O gün sahur
yemeği yemediği halde oruç tutmaya karar verdi. Garipti. Hayatının ilk orucunu,
sahursuz ve aç bir şekilde tutuyordu. O gün tarifsiz bir huzur vardı içinde.
Aynı gün namaz kılmak için sureleri ezberlemeye çalıştı ve namaza başladı.
Bu büyük değişim herkesi şaşırtmıştı. Allah ne büyüktü! Onca acıya,
sıkıntıya rağmen ölüm ve ahireti düşünmeyen bir insan, ezan sesiyle hidayete
ermişti. Tabiî bu değişimden en çok mutlu olan eşiydi. Artık sahura birlikte
kalkıyorlar, birlikte namaz kılıyorlardı.