ÜSTAD BEDİÜZZAMAN
(…)
...Ve hele îmanı,
düşüncesi ve baş döndüren aksiyonuyla küfür ve ilhad dünyasının bütün plânlarını
altüst eden Bedîüzzaman'ı hatırlamamak mümkün mü?
Bugüne kadar onun için pek
çok şey yazıldı ve söylendi. Şimdilerde dünya onu konuşuyor.. ve o hemen her
dildeki eserleriyle çağın en çok okunan insanlarından biri. Bu açıdan da onun
hakkında uzun konuşmaya gerek yok. İşte bu mülâhazayla burada, ona ait bir
kitaba önsöz olmuş, küçük bir mütalâanın, küçük bir bölümünü aktarmayı yeterli
buluyoruz:
Bedîüzzaman, üzerinde titizlikle durulup düşünülmesi, araştırılıp
insanlığa tanıtılması gerekli olan bir simadır. O, İslâm âleminin, inanç, moral
ve vicdânî enginliğini hem de .en katıksız ve müessir şekilde ortaya koyan çağın
bir numaralı insanıdır. Ona, onun düşüncelerine, hissî mülâhazalarla yaklaşmak,
onu ve eserini anmak sayılmaz. Duygusallık, onun her zaman uğrunda yiğitçe tavır
ortaya koyduğu ve gürül gürül anlattığı meselelerin ciddiyetiyle telif edilemez.
O, bütün ömrünü, kitap ve sünnetin gölgesinde, tecrübe ve mantığın kanatları
altında, derin bir aşk ve heyecanla beraber hep bir muhakeme insanı olarak
sürdürmüştür.
Bedîüzzaman'ın, yüksek mefkûresi, yaşadığı çağı düşünüp
söylemesi, sadeliği, insânî enginliği, vefâsı, dostlarına bağlılığı, iffeti,
tevâzuu, mahviyeti ve istiğnâsı üzerine şimdiye kadar pek çok şey yazıldı ve
söylendi. Aslında, her biri başlı başına birer kitaba mevzu teşkil edecek olan
yukarıdaki vasıflar, onun kitaplarında da sıkça üzerinde durduğu konulardır.
Ayrica, hâlâ aramızda, hayatta iken onun yakınında bulunma bahtiyarlığına ermiş
ve onu, rûhî enginliği, fikrî zenginliği ile tanımış dünya kadar insan var ki,
bunlar da canlı birer kitap gibi bu konunun en sadık şahitleri.
Dış görünüş
itibarıyla sade ve basit görünen Bedîüzzaman, gerek düşünce hayatında, gerek
aksiyonunda hemen her zaman başkalarında bulunmayan engin bir karakter
sergilemiştir. Onun, insanlık için en hayâtî meselelerde bütün insanlığı
kucaklayışı, küfür, zulüm ve dalâlete karşı tiksinti duyuşu, her yerde
istibdâtla savaşı, hatta bu uğurda hayatını istihkâr edercesine vefâsı ve
civanmertliği ve ölümü gülerek karşılaması, onun için normal davranışlardı. O
engin bir his insanı olmanın yanında, misyonuyla alâkalı meselelerde, hep
kitap-sünnet yörüngeli; muhâkeme ve mantık televvünlü yaşamıştı. O hemen her
zaman, davranışları itibarıyla, mâsum bir ikili görünüm sergilerdi: Biri, engin
bir vicdan eri, derin bir aşk ve heyecan timsâli ve olabildiğince mert bir insan
görünümü; diğeri de fevkalâde dengeli, çağdaşlarının çok önünde ileri görüşlü,
büyük plân ve projeler üretebilen sağlam bir kafa yapısına sahip mütefekkir
görünümü. Bedîüzzaman ve onun dâvâsına bu zaviyeden yaklaşmak, onun, İslâm
büyüklerinin bir devamı olarak, içinde bulunduğumuz çağda bizim için ifade
ettiği mânâyı anlamamız bakımından çok önemlidir.
Bazı kimseler
görmemezlikten gelseler de gerçek şu ki; Bedîüzzaman çağdaşlarınca, kendi
kuşağının en ciddî düşünürü ve yazarı kabul edilmiş; kitlelere hem bir sözcü hem
de önder olabilmiş; ama kat'iyen kendini beğenmemiş, gösterişe girmemiş ve hep
âlâyişten uzak kalmaya çalışmıştır. "Şöhret ayırı riyâdır ve kalbi öldüren
zehirli bir baldır..." sözü, onun bu konudaki altın beyanlarından sadece bir
tanesi. O, yirminci asırda İslâm dünyasında, şimdilerde dünyanın dört bir
yanında, her zaman listenin başında birkaç yazardan birİ olarak tanınmış, her
kesimce sevilerek okunmuş ve zamanın eskitemediği simâlardan biri olarak da
tarihe mâl olmuştur.
Bedîüzzaman'ın hemen bütün eserleri, içinde doğmuş
olduğu çağ zaviyesinden, yorumlanmaya açık bazı meseleleri yorumlama açısından o
uğurda harcanmış ciddî bir gayretin sonucudur. Onun eserlerinde önce Anadolu,
sonra da bütün İslâm dünyasının hem âh u efgânı, hem de ümit ve şevk u târâbını
duyup dinlemek mümkündür. Gerçi o, doğunun ücrâ bir kasabasında doğmuştur ama,
kendini hep bir Anadolulu olarak hissetmiş, bizim duygularımızı bir İstanbul
efendisi gibi soluklamış ve her zaman topyekün bir ülkeyi engin bir şefkat ve
dupduru bir samimiyetle kucaklamıştır.
Bedîüzzaman, materyalist düşüncenin,
fikir hayatımızı hercümerc ettiği, komünizmin en çılgın dönemini yaşadığı,
dünyanın en bunalımlı, en karanlık, en sıkıntılı günlerden geçtiği çok talihsiz
bir zaman diliminde, îman ve ümit tüten eserleriyle, sarsıntı üstüne sarsıntı
yaşayan insanımıza Hızır çeşmesine giden yolları gösterdi ve gezdiği her yerde
yığınlara hep "ba'sü ba'de'l mevt" üfledi. Onun, hepimizden ve herkesten evvel
görüp sezdiği ve ele alıp çözmeye çalıştığı en büyük problem, küfür ve ilhad
kaynaklı anarşi problemiydi. O, bütün hayatı boyunca, insanımıza, çağın bu
hastalığının mutlaka aşılması lazım geldiğini salıkladı. Ve bu hususta insanüstü
bir gayret sarfetti. Böylesine buhranlar içinde inim inim bir dünya ile
karşılaşan Bedîüzzaman, kendini bekleyen sorumlulukların farkındaydı.. ve
Kafdağı'ndan ağır böyle bir yükün altına girerken, fevkalâde mütevâzı, mahviyet
içinde ve hacâletle iki büklümdü; iki büklümdü ama, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz
kudret ve nâmütenâhî gınâsına karşı da olabildiğine bir güven
içindeydi.
Evet, bütün insanların fen ve felsefe âlet edilerek ilhâda
sürüklendiği, komünizmle beyinlerin yıkandığı, bu menfî oluşumlara "dur"
diyenlerin memleket memleket sürgüne gönderildiği, ülkenin her köşesinde en
utandırıcı tehcirlerin yaşandığı ve daha garibi de bütün bunların medeniyet ve
çağdaşlaşma hesabına yapıldığı, hatta nihilizmin, asrın en yaygın büyüsü haline
getirildiği o kapkara günlerde, Bedîüzzaman, hâzık bir hekim edâsıyla hepimizin,
içlerimizdeki zindanları, ruhlarımızdaki çeşit çeşit mahkûmiyetleri, kendi
cinâyetlerimizi ve kendi kendimize esâretlerimizi hatırlattı, ruh dünyalarımızda
ve vicdânî hayatlarımızda uyuyan insânî yanlarımızı harekete geçirerek,
maâliyâta müştak gönüllerimize üst üste nefesler aldırdı, ötelerle alâkalı
derinliklerimizi gözler önüne serdi, tekye, zâviye, mektep ve medresenin bütün
vâridâtını birden başımıza boşalttı.
Evet, Bedîüzzaman milletin fikrî
seviyesizliklerle sürüm sürüm yaşadığı ve içtimâî dertlerin birer buhran hâlini
aldığı, ülkenin hemen her yanında ürperten yüzlerce hâdise ile yüz yüze
kalındığı, her tarafta İslâmî ve millî değerlerin enkaz enkaz üstüne yıkılıp
gittiği ifritten bir dönemin, düşünen, çareler arayan, teşhis ve tespitlerde
bulunan sonra da bu rahatsızlıklara reçeteler sunan bir hekimi olmuştu. O,
upuzun ve karanlık yılların hazırlayıp sahneye sürdüğü dünya kadar felâket
altında didinip duran talihsiz nesillerin, îmansızlık, dalâlet ve şüphe
vadilerinde bocaladığını, kurtulmak istedikçe daha derin buhranlara gömüldüğünü
gören, hisseden, görüp hissettiklerini vicdanının derinliklerinde duyan bir
insan olarak, ilk günden itibaren hep müteheyyiç yaşadı.. sürekli düşündü..
devlet ve topluma alternatif tedaviler teklif etti.. ve bu şanlı fakat talihsiz
millete, muhteşem fakat bahtsız ülkeye eski enginlik ve zenginliğini duyurmaya
çalıştı.
Bedîüzzaman, tâ Devlet-i Âliye döneminden başlayarak ülkenin pek çok
yöresini dolaştı; en büyük şehirlerden en ücrâ kasabalara, nüfusu yoğun
beldelerden, en tenhâ mıntıkalara kadar her yere uğradı.. uğradığı her yerde
cehaletin hükümfermâ olduğunu, yığınların fakr u earûretle kıvrandığını,
insanımızın değişik buudlardaki iftiraklarla birbirini yiyip bitirdiğini gördü,
ürperdi.. ve yaşadığı çağı çok iyi idrak etmiş bir mütefekkir olarak, o günkü
perişan yığınlara ilim ruhu aşılamak istedi. Fakr u zarûret ve iktisâdî
problemlerimiz üzerinde durdu. İftiraklarımıza çareler aradı ve hemen her zaman
birlik ve beraberliğimizi solukladı.. solukladı ve milletimizi, bu bunalımlı
günlerinde bir an bile yalnız bırakmadı. O, gezdiği her yerde âvâzı çıktığı
kadar bağırıyor ve: "Bu iç içe dertler eğer şimdi tedaui edilmez, yaralarımız,
mâhir ue mütehassıs eller tarafından sarılmazsa, hastalıklarımız müzminleşir,
yaralarımız da kangren ha(ini alır. İlmî, içtimâî, idârî dertlerimiz mutlaka
teşhis edilmeli, maddî-manevî bütün problemlerimiz çözüme alınmalı ki,
mevcudiyetimizi kemiren, uarlığımızı temelinden sarsan ue bizi her gün daha fecî
çukurlara sürükleyen sıkıntılara mâruz kalmayalım" diyordu.
Bedîüzzaman'a
göre, bugün olduğu gibi o gün de, bütün fenalıkların menbaı, cehalet, fakr u
zarûret ve iftiraktı. Evet içtimâî sıkıntılarımızın en birinci sebebi, millî
sefâletlerimizin en önemli sâikl cehalettir. Allah bilmeme, peygamber tanımama,
dine karşı lâkayt kalma, maddî-mânevî târihî dinamiklerimizi görrrıeme mânâsına
gelen cehalet, hiç şüphesiz o gün-bugün başımızın en büyük belasıdır.. ve
Bedîüzzaman da ömrünü bu öldürücü mikropla savaşa vakfetmişti. Ona göre
kitleler, ilimle, irfanla aydınlatılmadıkça, toplum sistemli düşünmeye
alıştırılmadıkça ve yanlış, sapık düşünce akımlarının önü alınmadıkça,
milletimiz için kurtuluş ümidi beslemek abestir. Evet, o cehalet yüzünden değil
midir ki; kâinât Kur'ân'dan, Kur'ân da kâinâttan koparıldı.. koparıldı ve biri,
varlığın sırlarını bilmeyen, eşya ve hâdiselere kapalı, bağnaz ruhların lıayal
zindanlarında yetim kaldı; diğeri de herşeyi maddede arayan ve mânâya karşı
bütün bütün kör, mük'ab cahillerin elinde bir kaos halini aldı. Yine bu cehalet
sebebiyle değil midir ki; bu mübarek dünya, en münbit ovalan, en feyyaz obaları
ve en bereketli ırmaklarına rağmen, zarûret ve sefâletlerin pençesinde inim inim
inlemekte ve eski kapıkullarına dilencilik etmekte.
Bu korkunç cehalet ve
zarûret yüzünden değil midir kl; ülkenin dört bir yanında, toprağın altında
sessiz sessiz yatan onca kıymettar madenlerimiz, haddi-hesabı bilinmeyen yer
altı, yer üstü zenginliklerimiz başkalarının hazinelerine akarken, biz, perişan,
derbeder ve korkunç bir borç şoku altında ikl büklümüz.
Evet, yıllardan beri
milletimizi zebun eden bu bela yüzündendir ki, bîçâre işçi ve köylümüz, sürekli
didinip durdukları, yıpranıp ezildikleri halde emeklerinin karşılığını tam
olarak elde edememekte, elde ettiklerinin de bereketini bulamamakta, mutlu
olamamakta ve taksit taksit kahrolup gitmektedir.
Yine bu cehalet ve cehalet
kaynaklı tefrika sebebiyledir ki; cihanın dört bir yanında bizimle alâkalı bir
dünyada "tegallübler, esaretler, tahakkümler, mezelletler, türlü iptilâlar,
türlü türlü illetler" yaşandığı, hatta kan gövdeyi götürdüğü, ırzlar çiğnenip
namuslar payimâl olduğu, dünya dengesizlikler ağında bir oraya, bir buraya kayıp
durduğu halde, bir türlü tefrikadan sıyrılıp bu fecâyi ve bu fezâyie "dur"
diyemiyor; İslâm âleminin her gün daha korkunç, daha vahim uçurumlara
yuvarlanması karşısında onun sıkıntılarına çare olamıyor, vahdet ruhuyla
gerilemiyor ve çağımızla hesaplaşamıyoruz.
Biz, milletçe, bu kahredici
hastalıklar ağında kıvranırken, batının sûrî ve maddî terakkisi karşısında bir
kısım kamaşan gözler, bulanan bakışlar ve dönen başlar, dimağlarını müsbet
fenlerle, gönüllerini dinî hakikatlerle donatıp, maddî-mânevî zenginliklere
ereceklerine bütün bütün ruhsuz ve köksüz davranarak, mülî ve dinî en hayâtî
dinamiklerimizi görmemezlikten gelerek, kör bir taklit ve şablonculukla,
kitleleri millî seciyeden tecrid, tarih şuurundan mahrum, ahlâk ve fazîletten de
yoksun bıraktılar. Bence, milleti kurtarma mülâhazasıyla sapılan bu ikinci yol
ve gerçekleştirilen bu ikinci hareket daha zararlı oldu ve toplumun ruhunda
onulmaz yaralar açtı.
Birinci durum itibarıyla insanımız, seneler ve seneler
boyu boğucu bir kâbus altında kıvranıp durmasına karşılık, ikinci hâl itibarıyla
da millî faziletlerimiz, rûhî necâbetimiz, cihanpesendâne aksiyonumuz bütün
bütün yıkılıp gitti.
Bedîüzzaman, bu her iki cephedeki yanlış muâleceler ve
bu yanlış muâlecelerin meydana getirdiği toplum çapındaki komplikasyonları
göğüslemiş, asırlık yaralarımıza neşter vurmuş ve bu cerîhalann sebebiyet
verdiği felaketleri teşrih ve teşhis edip çarelerini göstermek, ülke ve
insanımızı yıkılıp gitmekten kurtarmak için tâ bidâyet-i hayatından Urfa'da
Mevlâsına kavuşacağı âna kadar, hep yürekten ve samimi, hep tok sesli ve tok
sözlü bu vatan evladı, ülkesine vefa hisleriyle dopdolu olarak, hep aynı şeyleri
söylemiş, aynı ölçüde dertlerimizin üzerine yürümüş ve tedavi adına da aynı
şeyleri takdim etmiştir. Toplumun kafasına birtakım yeni düşünceleri
yerleştirmek ne kadar zor ise, seneler ve seneler boyu, onların dem ve
damarlarına işlemiş anlayışlan, telâkkileri, geçmişten tevarüs edilen -yanlış,
doğru- âdet ve an'aneleri söküp atmak da o kadar çetin ve o kadar zordur. Dünden
bugüne yığınlar, her zaman -yararlı veya zararlı bu kabil metrukatın tesirinde
kalmış, ferdî ve içtîmaî hayatlarını böyle bir teessür atmosferi içinde
örgülemiş; alışılagelen şeylere uymayan ve umûmi hissi okşamayan hususlara karşı
da nefret duymuş ve onlardan uzak kalmaya çalışmıştır. Bu his, bu duyuş ve
kabullenişler bazen yanlış da olabilir. Eğer bu yanlış düşünce ve kanaatler
kitleler tarafından hüsn-ü kabul görmüş, yaşana yaşana toplumun her kesimine mâl
olmuş, hayatın her yanında dal-budak salarak kökleşmiş, güç kazanmış ise, bütün
bu yanlış kanaatlerin yıkılması, toplum çapındaki inhirafların giderilmesi,
varsa, küflü kanaatlerin temizlenip, düşünce ve vicdanların iyiden iyiye tahliye
ve tahliyelerden (fena şeylerden arındırılıp iyi şeylerle donatılma) geçirilmesi
lazımdır ki, milletçe geleceğe yürünebilsin.
İşte Bedîüzzaman, gençlik
günlerinden itibaren hep bu duygu ve bu düşünce içinde oldu. O, bu mevzuda, en
küçük bir hakikati dahi gizlemeyi ülkesine ve insanına vefasızlık saydı;
milletini de felâkete sürükleyen yanlış düşünce ve yanlış kararlar karşısında,
kollarını makas gibi açtı ve avazı çıktığı kadar "burası çıkmaz sokak" diye
haykırdı. Onun fıtratı, yanlış vedinî değerlere ters şeyler karşısında fevkalâde
müteheyyiç, ufku âlî ve himmeti de olabildiğince "ulü'I-azmâne" idi. Koskoca bir
milletin mahv u izmihlâline göz yumup lâkayt kalmak, bu arslan yürekli insanın
tabiatına zıttı. O, milletçe kusurlarımızı ve felâket sebeplerimizi, hem de en
derin, en gizli noktalarına kadar açarak, millete kendini sorgulama yollarını
gösterdi. Sık sık ona inkıraz sebeplerini hatırlattı ve kurtuluş reçeteleri
sundu.. sundu ve en acı hakikatleri hiç tereddüt etmeden haykırdı.. yanlış
kanaatlerin, küflü düşüncelerin, küfür ve ilhâdın üzerine at sürdü.. ve hayatı
boyunca da, hakikat nurlarının inkişafına mâni bütün engellere karşı sürekli
mücadele etti.
Hiç kimsenin dinî hakikatler adına birşey söylemeye cesaret
edemediği en kâbuslu dönemlerde o, uyutulmak istenen yığınlara teyakkuzlar
çekti.. cehalet, fakr u zaruret ve iftiraka karşı savaş ilan etti.. toplumu
saran çeşit çeşit vehimleri temelinden sarstı.. ateizm ve inkâr-ı ulûhiyete
karşı bir sath-ı mücadele oluşturduğu gibi, bâtıl ve hurafeleri de kendi
çıkmazları içinde boğdu. Her zaman, şâyân-ı hayret bir medenî cesaretle asırlık
dertlerimizi teşrih etti ve tedâvi yollarını gösterdi. Araplar: "En son ilaç
dağlamadır" derler. O, bir-iki asırlık riya, gösteriş ve âlâyiş üzerine âdetâ
bir kızgın demir bastı; saray ricalinden doğudaki aşiret reislerine, meşîhâttan
askeri erkâna kadar herkesin ruhunda ma'kes bulacak çok yeni şeyler söyledi..
söyledi ve her kesimiyle milletin dikkatini kendi üzerine çekti. O, tabiatı
îcâbı hep bu türlü şeylere karşı olsa da, yapılan şeylerin tabiatının gereği de
böyle îcap ettiriyordu.
O, hemen her kesime, sürekli cihad için kınından
sıyrılacak kılıçtan evvel, fikir ve nıhlarımıza vurulan zincirlerin kınlması
lazım geldiğini ihtar etti.. ve bir ba'sü ba'de'1-mevt müjdesiyle, genç
nesillere İslâmî düşünceye giden yollan gösterdi. O, coğrâfî olarak ülkenin
bölünmesinden, parçalanmasından, küçülmesinden korkuyor ve titriyordu ama, daha
çok bu tür tersliklere sebebiyet verecek olan fikirlerin daralmasından, ruhların
sefilleşmesinden, batı taklitçiliğinden ve şablonculuktan
ürperiyordu.
Bedîüzzaman, hep okuma, düşünme, çalışma diyor ve millet
fertlerini mütekabil yalnızlıktan kurtarmak, mükemmel bir toplum ve ma'mur bir
millet haline getirmek için durmadan çırpınıyordu. Ülke ve insanımızı böyle bir
zirveye taşımak için de sürekli "maârif" diyor, talim ve terbiyeden dem
vuruyordu. Her tarafta neşr-i maârif ve her şekilde talim ve terbiye..
mescidler, medreseler, kışlalar, sokaklar, parklar, hatta hapishaneler bile bu
eğitim seferberliğine katılmalıydı ona göre... Katılmalıydı: zira ancak maârif
sayesinde, aklî ve mantıkî vahdet gerçekleşebilirdi. Önce, dimağ dimağa birleşip
bütünleşemeyenler, bir yolda uzun zaman, beraberliklerini sürdüremezler. Evvelâ
vicdanlar birleşmelidir ki, daha sonra gönüller ve eller de birleşebilsin. Böyle
bir birleşmenin yolu da, hayatın dinî disiplinlere göre ele alınmasına, -kitap,
sünnet ve selef-i sâlihînin sâfiyâne içtihadları mahfûz- zamanla mukayyed
şeylerin çağın idrakine göre yorumlanmasına vâbestedir.
Evet, insanımız bu
asır ve bu asrın vâridat, mânâ ve yorumlarıyla mutlaka tanışmalı, barışmalı, ve
uzlaşmalıydı. Dünya başını almış bir yerlere giderken, kendi dar kabuğumuza
çekilip, inzivâya dalmak bizi öldürürdü. Bugünü yaşamak isteyenler mutlaka,
hayatın çağlayanlarıyla, kendi irade, sa'y ve gayretleri arasındaki âhengi,
uyumu ve desteği yakalama mecburiyetindedirler. Aksine, kâinattaki umûmî
cereyana karşı direnmeleri, onların mahvolup gitmelerini netice
verir.
(…)
Ruhumuzun Heykelini Dikerken
M. Fethullah Gülen