AB bizimle oyun oynuyor ( I )

Zeki KENTEL

27 Mayıs'tan önce Menderes döneminde AB'nin temellerini AET olarak atan 6 Avrupa ülkesi Yunanistan ile Türkiye'nin birliğe girmesini 7- 8. sıralara koymuşlardı. Koymaya mecburdular. Çünkü II. Dünya Savaşı sonrası SSCB hemen hemen askerini hiç terhis etmemişti.

Kapitalizmin kapitali büyük korku içindeydi. O zaman Türkiye'de Demokrasi, Özgürlükler, İnsan Hakları, farklı dinden oluşu, vb. hiçbir şey akılarında yoktu. Sadece kapitallerini darmadağın edecek bir Marksist/Proleter saldırıya karşı kendilerini güvence altına alacak silahlı askere ihtiyaçları vardı.

Türkiye'de ihtilaller oluyordu, siyasi cinayetler işleniyordu. AET'nin umurunda değildi. Türkiye NATO'ya şıp diye alınmıştı. Paul Henry Spaak ayağımıza geliyor, İstanbul ve Ankara sokaklarının karmakarışık, tam bir ayaklanma görünümünün olduğu günlerde Ankara'da antlaşmalar imzalanıyordu.

Süreç gayet güzel işliyordu. Türkiye için AET'ye, AT'ye, AB'ye giden yolda tek bir diken yoktu. Antlaşmalardan doğan hakkımızı kullanarak, soydaşlarımızı katliamdan kurtarmak için askerimiz Kıbrıs'a çıkmıştı, Ege'ye FIR hattını koymuştuk. Bugün bize bu kökleri söktürenler o günlerde 1970'li yıllarda SSCB fobisiyle Ecevit'li hükümete AET'ye davet çağrısı yapıyorlardı.

Acaba Türkiye o zamanlar bugün ileri sürdükleri şartlara, çok daha üstün dört dörtlük niteliklere mi sahipti? Her halde öyle idi ki, bu çağrı yapılmıştı. Yoksa bugün çalışmamız için verdikleri dersin nedeni o zaman sahip olduğumuz nitelikleri acaba kaybettiğimiz için mi oluyor? Anlamakta biraz belki çok zor.

Fakat o gün Türkiye'yi yönetenler bu çağrıyı ellerinin tersiyle geri çevirdiler. Bugünkü çıkmazdan sağlıklı bir çıkış için adı geçen dönemi, bürokrasiyi, diplomasiyi iyi ezberlemek gerekir. Bugün şaşılacak derecede AB'ye bizi almaları için yalvar yakar durumdayız. Bugün bize Güney Kıbrıs'ı dayatanlar o günlerde kapitallerinin Marks'ın takipçileri tarafından yağma edilmesinden başka bir şey düşünecek halleri yoktu.

Fırsat ayağımıza gelmişti. Hızır insanın karşısına hayatta bir kere çıkar derler. Aklı gelişmiş ve çalışan bir kişi her zaman uyanık ve bunun bilinci içindedir ve her zaman böyle bir fırsatı değerlendirmeye hazırdır. Türkiye o günde, bugün de bir Kaht-ı Rical sıkıntısını yaşıyor.

Ne olduysa Gorbaçov denilen bir adamın kapitalizmin karşısında SSCB’nin pilinin bittiğini görmesiyle oldu. O güne kadar SSCB karşısında sürekli kâbusu yaşayanlar, bu kâbustan kurtulunca artık Türkiye’ye bir ihtiyaçları kalmadığını gördüler ve bunu açıkça dillendirmeye başladılar.

Biz bugün her ne kadar Ortadoğu, Kafkaslar, Türkistan ve tüm Doğu için AB’nin bize ihtiyacı var diyorsak da, AB zaten GB ile kafakola aldığı bir Türkiye’yi istediği gibi oyalayarak sürdürdüğü bu durumdan kazançlı çıkacağına inanmaktadır.

Oltadan kaçan balık büyük olur. Oltaya gelen balığı kaçırdıktan sonra koca ummanda isterse ağla dahi olsa onu yakalamak her halde çok zor belki de imkânsız olacaktır.

Bugün bize verdikleri dersle bizden yapmamız istenenler elbette ki, bizi daha güzel yarınlara götürmek için yararlı şeylerdir. Batı’ya göre bu eksikliklerimiz, bu yanlışlıklarımız olmamalıydı. Biz bu krizleri, bu kaosları yaşamamalıydık. Kardeş kardeşin gözünü oyacak kavgaları yapmamalıydık. Sokaklarda 15 yaşında kız çocuklarımızı coplamamalıydık. Onlara size okuma hakkı yok, olamaz dememeliydik.

Her taşın altında dün Komünist,bugün Şeriatçı aramamalıydık. Bu sistemin iç düşmanı bir türlü bitmedi, sürekli iç düşman üretti. SSCB ayakta iken, sistem kendisini komünistler yıkacak diye komünist imalatı yaptı, Rusya çöktü, sistem hemen kendisini yıkacak şeriatçı imalatına başladı.

Çepeçevre komşularımızla da durum aynı. Sınırlarımızın ötesinde dost bildiğimiz hiçbir devlet yok. Bunların hepsi mi kötü? Türkiye’ye egemen olan oligarşik yapının bürokrasisi ve yürüttüğü diplomaside bir yerde yanlışlıklar yapılıyor. Biz bir şeyleri yanlış yapıyoruz, fakat bunu egemen oligarşinin baskısıyla açıkça dile getiremiyoruz.

Fakat bu baskı bir yerlerde kırılıyor. Egemen oligarşinin büyük bir yetenekle kullandığı asker, düzenlediği bir sempozyumda; Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu için AB’ye alınmadığını söyleyebiliyor. Anlaşılacak gibi değil. Müslüman ülkelerle hiç dostluğumuz yok. “Hıristiyanlarla daha iyi anlaşıyoruz” diyoruz ama onlar da bizi bugünkü ortamda hiç de adam yerine koymuyorlar.

Askerin sempozyumunda, Türkiye’nin AB ilişkilerinde din faktörünün etkisine ilişkin tartışma Silahlı Kuvvetler Akademisi Komutanı Tuğgeneral Halil Şimşek’in şu sözleriyle başlıyor:

“Avrupa, Hıristiyan kültürü, Hıristiyan inanç değerlerinden beslenmiş Vatikan’ın gözetimindeki insanların şekillendirdiği yaşam tarzı ve değerler sistemidir. ‘Bu kültürde Türkiye’ye yer yoktur’ yaklaşımı, tarihin derinliklerinden gelen Hıristiyan-Müslüman çatışmasındaki ön yargılardan beslenmektedir